6 Eylül 2012 Perşembe

Çeviri Projeleri - Edebiyat Çevirmenlerine Çağrı

Monokl Kafkaesk, büyüsel gerçekçi, karanlık kurmaca, bilimkurgu ve ütopya ile distopya türündeki edebiyat yapıtlarına ilgi duyan çevirmenlere çağrıda bulunmaktadır.






Çeviri projelerinde (İngilizce, Almanca, İspanyolca, Fransızca, İtalyanca) yer almak isteyen arkadaşlar editor@monokl.net adresine başvurabilir.





6 Ağustos 2012 Pazartesi

Geçmişten Geleceğe ve Tersi: Katları Çıkıyoruz ve Düşüyoruz

PLATON GÜNLÜKLERİ: YANITLARI 

VERİLMİŞ BİR BULMACA MI? 



Peter Ackroyd'un katmanlı anlatısı daha ilk satırlardan karşılıyor bizi. Yepyeni bir anlayış, yepyeni bir çağ ve yepyeni bir tarih okuması. Fantastik bir zamansallığın ve tarih aktarımının eşiğindeyiz. Bu kitap kuşkusuz büyük Platon'a bir saygıduruşu niteliğinde. Öykü-anlatı kendisini çağımızın yaygın anlayışlarıyla hemen belirli bir mesafeye çekiyor.
 

Platon ve arkadaşları Londra'dalar. Yaşadığımız enformasyon, iletişim çağı çok gerilerde kalmış bile. Ve gelecek olduğunu düşündüğümüz bir ileri-geçmiş zamanda çağlar tartıya çıkarılıyor: Ansiklopedik bilgiler, nüktedan yaklaşımlar, acı dolu ironiler, neşeli eleştiriler eşliğinde.





Ackroyd, Londra'nın etrafında ördüğü bu fantasik öykü-anlatıda bizi sırayla katlardan çıkarıyor; sonra en aşağılara atıyor: Gelecek zamanda olduğumuzu düşünüyoruz tarihin üst katlarına ilerledikçe ama aslında giderek Platon'a yaklaşıyoruz. Büyük bir fark hep gölge gibi bizi takip ediyor. Platon sanki ölümsüzlerden birisi gibi ölümünden sonraki tüm çağların bilgisine sahip bir halde. Köstebek Çağı, Nüktebüyü Çağı vb. Antik Çağın büyük filozofu Platon, kendisinden sonraki tüm düşünce biçimlerini etkilemenin ötesine geçiyor, çağımızdan bile öte bir zamanda hayat buluyor Londra'da. Platon kendi zamanında demirlemiş ama sonraki tüm zamanlara hakim ve bu sayede onların ötesinde bir yerlerde, bir zamanlarda... O yüzden artık bizim bildiğimiz Platon mu değil mi sorusu hep yankılanıyor.

Ackroyd'un inceden inceye eleştirdiği çağımız, bir kıyamet öncesinin son adımları olarak betimleniyor. Tüm bu çok-katmanlı anlatı içerisinde, çağlar bir bir ele alınırken; insan, ruh, iletişim, zaman gibi meseleler edebi bir üslupla okuyucuya Platon'un konuşmaları üzerinden veriliyor. Platon bir yandan da Sokrates'in sonuna doğru ilerliyor, aynı yazgı, aynı dava ve suçlamalar onu da bekliyor. Sonunda, Londra'nın büyükleri tarafından mahkemeye çıkartılır Platon. Londra'nın altında, yer-altında başka bir dünya, başka bir gerçeklik daha olduğunu, söylendiği gibi gençleri yozlaştırmadığını ve kendisinin yanılsamalar içinde olduğunu söyleyen mahkemeye karşı gayet de aklının yerinde olduğunu savunur.






Tüm bu mahmeke, çağlar anlatısı süreci içerisinde, bir de Platon'un kendi ruhuyla konuşmaları vardır. Platon tüm suçlardan beraat etse de kendi kendisini sürgüne yollar, ve bu sürgün, başkaları için yalnızca onun gireceği yeni bir rüyadan ibarettir...

Kitabın kendi öyküsü içinde bizi ittiği tüm sorgulama, neşelenme ve arayış biçimleri yaşadıklarımıza ve yaşayacaklarımıza bambaşka bir gözlükle bakmayı sağlayabilecek kadar zengin ve çarpıcı... Ve y-önderimiz Platon olunca, kitabı okurken, bu gözlüğün oldukça küçük ve oldukça büyük şeyleri bize nasıl da ustalıkla gösterdiğinden bir an bile şüphe etmiyor bulacağız kendimizi... 





Bir bulmaca var karşımızda ama hiçbir şey bulmuyoruz, zaten bütün yanıtlar verilmiş, yazılmış durumda. Büyük soru ise şu: Acaba yanıtlar, bilinen soruların yanıtları mı gerçekten? Görünenin ardında başka yanıtlar mı var yoksa?.. Londra'nın arkasında başka bir Londra, Platon'un arkasında başka bir Platon?.. Yazıların arkasında başka bir yazı?..



30 Temmuz 2012 Pazartesi

Ackroyd'dan Muhteşem Bir Resital: Platon Günlükleri


MonoKL Yayınları

Edebiyat

YERALTINA BİR YOLCULUK
PLATON’UN DAVASI VE SÜRGÜNÜ

“PLATON GELECEKTE YARGILANIYOR”

PETER ACKROYD

PLATON GÜNLÜKLERİ





ARKA KAPAK YAZISI

Bunu görüyor musunuz? Yaklaşın, kentliler. Buna kol saati denir. Bunu Köstebek mağarasından getirdim. Dinleyin. Bu işaretlere sayı deniyor. Şu dar metal şeridin nasıl da bir uyum dairesinin etrafında döndüğünü fark ettiniz mi? Bu, zamandır. Dokunmaktan korkmayın. Sihri yeniden canlandırılamaz. Ne amaca mı hizmet ediyordu? Bir evren yaratmıştı! Kenarlardaki sayıları inceleyin... Bunlar harikalar çünkü bir zamanlar dünyanın yapısını temsil ediyorlardı. Bir zamanlar bunun biçiminde modellenmiş koca bir evren vardı...

*


Kentlileri nasıl rahatsız etmiş olduğunu şimdi anladın mı?
Platon: Çocuklara yolculuğumu birkez dahi anlatmadım. Onları sadece soru sormaya ve cevapları aralarında tartışmaya çağırdım.
Yine o meşhur yolculuğunun bahsini açıyorsun. O halde kendi sorularımızı sormamıza izin var mı? Farz edelim ki Köstebek sakinlerinin önünde durup onlara karanlık ve küçük bir dünyada yaşadıklarını bildirdin? Bir mağarada hapis olduklarını. Sence seni alkışlayıp şükranlarını mı sunarlardı? Bu haberi verdiğin için minnettar olacaklarını mı düşünüyorsun? Hayır. Seni ahmak addedip küçümser ya da sahtekar addedip mahkum ederlerdi.


*

Demek doğmamışlar şehrini duydunuz. Fakat nerede olduğunu bilmiyorsunuz. Hepimizin gelmiş olduğu şehirdir fakat yeri ilginizi çekmiyor. Varlığınızın derin huzurunu bozabilir. Böyle mi deniyor? Evet mi? Varlığın derin huzuru.

29 Temmuz 2012 Pazar

Papini’nin “Söz”ü

İçine daldığı yolları çatallanan labirentte, tüm çelişkileriyle debelenen, her dehlizi yoklayan acılı ruhun  hatırlanamayacak kadar eski zamanlardan yankılanan, kime verildiği bilinmeyen, ama illa tutulması gereken bir sözü vardır. Kime, neden, ne zaman verildiği bilinmese de, kesin etik anlamı vardır. Çünkü o ruh –henüz büyük olmasa da, büyük olmaya kendini yazgılayan o ruh–  hisseder ki gündelik ve sıradan bir yaşam için doğmamıştır; başkaları tarafından yapılamayacak bir şeylerin onun tarafından yapılması gerekmektedir. Tutulmadığı sürece hayatının üstüne abanan bu sözü yalnızlığında daha iyi duyar ve yalnızlığına çekilir, ama sözü başkalarına hatırlatmak da onun görevidir. 




O huzursuz ruh ki dünyanın efendiliğini ele geçiremeyip, kusursuz dünyayı düşüncede aramaya koyulur; bir kalabalık umarken daha da kaçıklaşan yalnızlığında kapandığı kalesinde çölü ve ağlayış gününü keşfeder, şeytanı evreni yaratıldığı hiçliğe geri yollamaya kışkırtır, sıradan adamlardan ruh dilenir, aşkı bulamayan Don Juan misali daldan dala, çiçekten çiçeğe hercai ve biçare saldırır, kendisini rüyasında gören birisinin uyanacağı şafak vaktini iple çeker, bir tren istasyonunda zamanı dondurarak ölüm için yaşamı, hayal için gerçeği, gelecek için şimdiyi kaybeden insanların budalalığına ve sefaletine hayıflanır, hem artık kendisi olmamak için zorbaca ve umutsuzca bir istekle yanarken  hem de artık kendisi olmasının imkansız olduğunu  anlayarak öfkelenir, daha o görmeden kapanan yolların, ikinci kez rastlayamayacağı yazgıların, hiç çözmediği sayısız şaçın, asla görmediği rüyaların yangınında olmamışa ağıtlar yakar, okuduğu şehrin bir köşesinde yapay kayalarla çevrelenmiş bir havuzun başında kendi gençliğini boğar, kendi hayatının romanını kaleme alan yazarı gözünü  kırpmadan ölüme gönderir, tüm insanların belleğinden bir anda silinip kim olduğu arar, binlerce yıldır konuşan sese cevap vermek için dilsizliğine son verir, varlığı dünyanın ritmiyle çakışsın diye hep yediyi gösteren bir saat gibi durup sabırla bekler, çimenlikte son yaz çiçeklerini toplayan kırmızı kıyafetli sarışın kız çocuğundan ölmeye hazırlanmak için yaşamayı öğrenir, nafile aşklar tarafından bunaltılıp zorlayıcı aşkıyla eziyet ederken hırsızlığa soyunur, özel çalıntı bir eser yaratır, bir yandan ölüme göz kırpar, bir yandan onu şiddetle kapı dışarı eder….




Ülkeden ülkeye, hayattan hayata, rüyadan rüyaya kaçarak insanlar arasında insan arayan bu kaşif, bu takipçi, bu öncü önce bölünmüş acı çeken benliğinde kendisinin peşine düşer. Verdiği sözü arar. İnsan yaşamının kıyısında durur, uzağı gören soğuk gözleri sezer, şiddetle arzulayan ve iğrenen kalbinin sesini duyar, dünyaya çarpmak üzere olan yırtıcı hayvan hırsındaki nefesi dinlenir…  Herkese kendi verdiği sözü hatırlatmaya uğraşır. 

Ey sevdiğim kardeşlerim, unutulmuş bir günde büyük bir söz veren var mı aranızda?        




28 Temmuz 2012 Cumartesi

Bir Yaşambilim - Papini'nin Evreninde

Papini ne istiyor -bizden? Sırtı sıvazlanmış bir dünya içinde yaşamak mı?

Daha çok ölümcül bir öksürüğe yakalanmış bir gövdenin sırtına vuruyor gibidir: çıkarsın diye içindeki zehirleri, ciğerleri sökülürcesine içi dışına çıksın ve temizlensin diye. Ne umutsuz bir çaba, ruhu kendisinden boşaltmaya, arındırmaya çalışmak. Papini, bunu bilmiyor değildi.






İşte burada "Neye İnanmalı?" geliyor önce ve ardından da "Kime İnanmalı?". Onun yazdıkları artık bir bilmenin, geçmişin ölçeklerinin ya da ölçütlerinin erişiminde değildir. Ona yön veren tutku, yaşamı başka türlü ele geçirme isteği olarak, göremeyeceği, duyamayacağı, tadamayacağı bir evreni yazmaktır. Bildiğini değil yaşadığını, yani inandığını yazar ve arayışına felsefecilerin metafizik tasarılarının yanıt veremeyeşini bu inançta, yaşam inancında hayal etmek gerekir. Bir tür yaşambilim kurma denemesi. Ruhun derinliklerindeki başka hayata ulaşma denemesi; kat kat derinlere inmek; yaşamın tüm olumsuz topraklarını göğe doğru fırlatmak ve yüzeyde biriktirmek eylemi.

Yazarın bu tuhaf biriktirme ve boşaltma eylemliliği içerisinde oluşunu biraz daha iyi düşünmek gerekecek belki de.

Edebiyatın özsel niteliği olan gerçekliğin kökenindeki hayal kapısını ardına kadar aralamak ve başlamak bitimsiz yolculuğa, diyelim. Gerçekliğin bir sonla mühürlemediği bir yolculuğa. İkili yolculuk olarak düşünelim şu an için.






İki derinlik elde etmek: Yüzeyden yukarıya yükselen yaşamsal toprak derinliği: biriken toprak kütlesi ve açılan yeni yaşamsal çukur, boşluk, yeni hayallerin boşluğu. O halde gerçekliği yerinden ederken; yazı ile yukarıya doğru yükselen bir toprak biriktirir Papini, gerçek biriktirir hayallere boşluk açmak için; edebiyatın temel söylemini, hayalin kökenini kavramak için. Böylece örneğin olumlu anlamıyla şizofrenin (Deleuze örneğineki Artaud gibi) yanı sıra gerçeklik takıntılı birisiyle de karşı karşıyayız. Bizden arkasına takılmamızı isterken, öte yandan da yaşamı biriktirişiyle, onu öylesine şiddetle reddetmesine rağmen, bizden de bir yaşam-biriktirmesi, tutkusu bekler. Bütün öykülerin, bezenmiş olduğu fantastik ögelere rağmen, ne kadar da gerçeklik ile ilişkili olduğunu gördüğümüzde bu bizi şaşırtmaz artık; her ne kadar bu gerçeklik, iğnelerle delinmiş, istim üstündeki bir gerçeklik olsa da. İşte bu nedenle, bu gerçeklik biriktirme ve gerçeklikte başka yaşamı araştırma, kazıp çıkarma çabası nedeniyle bir yaşambilimi diyoruz.



 Artaud


Bu bilimin inanç, tutku, duygulanım düzeyinde işliyor olması; onun çeşitli ilişkiler ağında belli başlı inançlarla ilişki kurmasını elbette beraberinde getirir ama Papini artık mevcut inanç biçimlerinin arayışına bir teselli veremediğinin, istediği başka hayatı sağlayamadığının ve ötesinde bu inançların insanları şiddete, adaletsizliğe ve kötülüğe bulaşmaktan alıkoymadığının ve kimi durumlarda bu inançların bu kötücüllüklerin gerekçesini oluşturduğunun farkındadır. Bilgilerin sonuna, inançların sonuna kadar giden ruhu, öteyi istemekten vazgeçmemiştir. Şimdi ile ilişkisini koparan bu söylemi nasıl adlandırmak gerekir?





Belki de adlandırma üzerine düşünürken; Papini'ye inanmalı derken ve biriken toprak kitlesine de inanmalı derken kime ve neye soruları bir ölçüde yatıştırılmış gözükecek ama şu soru kalacak: yaşamdan bu kadar uzakta ve yine de nasıl bu kadar yaşam arzusuyla, canlılık, hayat arzusuyla? Gerçekliği fantastik bir biçimde kazarken, yerin/ruhun içini boşaltmak ve gerçekten bir kule yapmak yeryüzünde toprakla ve topraktan çıkanlarla. Bu kule bir yaşambilim kulesi, gözetleme kulesi değil midir ve aynı zamanda tüm yaşamın kesintiye uğradığı bir tünelin aydınlık ucu değil midir? Aydınlık ama yaşamın kesintiye uğradığı; gözetleyen ama görüşü kesen, ufukla araya giren: Peki ama nasıl?
Bu sorunun bu düzlemdeki tek yanıtı bir addır, Papini adıdır...

Monokl Atölye - Volkan Çelebi

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Papini'yi Neden Sevdik?

*

Bizi tutturduğumuzu sandığımız yolun köşesinden çevirip ters-yöne doğru çektiğinde bile hiçbir pişmanlık duymadığımız için...




*

Yürürken artık görmediğimiz yansıtıcılardan, her yerden kaldırılmış aynalardan, sağa sola asılacak nesneler değil ama bir dünya yaptığı için...  Bize yazı yoluyla dünyanın derinliklerini ve insanların ele-geçirilemez sırlarını verdiği için...

*

Yazısı, biçemi, metafizikçilerin, düşçülerin, hayalperestlerin, düşünen ve tutkusuyla yaşayanların ruhlarını yücelttiği için...
 


*

Yazdıklarını okurken, kitabı kapatıp bir an durup bizi düşünmeye, muhasebe yapmaya sevk ettiği ve bizi yazının hedefi olan dünyaya kendi kendine ittiği ve bu ayrılığa gücenmeyip, bunu özendirdiği için.

*

Karakterlerinin gerçekliğinden ve olayların yaşanmışlığından, gerçek oluşundan hiçbir şüphe duymadığımız halde, yine de anlatılanların "başka bir dünyaya" ait olduğunu hayal ettiğimiz için...

*

Aşk, ölüm, ruh, suç, ceza, tutku, arayış, bilgelik, inanç ve çile gibi tüm zamanların sorunlarını hiç öyle sonsuz zamanın çözülemez mirasıyla değil ama sanki yalnızca şimdinin nimetleriyle sergilediği için...  En küçük zamanda, en büyük sorunları bize verdiği için.






*
İki türlü körlüğü daha iyi ayırt etmemizi sağladığı için. İlk körlük: dünyaya tamamen katılmanın, onun oluşlarına kapılmanın getirdiği kara-renk. İkinci tür körlük: Papini'ninkisi gibi, yazma uğruna edinilen körlük, dünyayı gördüğü için değil görülecek farklı bir dünya yarattığı ve mevcut dünyayı reddettiği için... Onu görerek onu onaylamayı şiddetle yadsıdığı için...

*

Ve tüm o ince korku, tüm o ince deha ve büyük üslup ipliklerini yalın, çarpıcı ve anlaşılır cümlelerle örerken, bize sonsuz bir yakınlıkta, bize dokunur gibi olduğu için... Karşımızda hep öylece durduğu ve hiç gitmediği için...


*


Ve hepsiyle birlikte biraz sisli bir ruhu olduğu için... Şeffaf olduğu kadar zamanı, mekanı geçirmeyen: ölümsüz... ruhu için...






Monokl Atölye

21 Temmuz 2012 Cumartesi

Asma Köprü Olarak Yazı: Papini'nin Arayışı

Huzursuz bir ruh nedir bilir misiniz? Arayışı sonsuz olan, yaşamı: sınırsızca başka türlü yaşamı isteyip de kavuşamayan ruhtur. Gerçeklik ile hayal, istenen ile alınan arasındaki uçurum, aralık öylesine fazladır ki, ölçmeye kalktığınızda mesafeyi her türlü mesafe-ölçerin bu ölçme işinde başarısız olduğunu deneyimlersiniz zira mesafelerin atası ile, kendisinden bütün ölçülerin çıktığı kökendeki mesafe ile karşı karşıyasınızdır. Kapanmaz uzaklık ile, sınırsız yol ile. Tıpkı Tanrı fikrine bakıp, geri kalan her şeyin ondan çıkması gibi, bütün ölçüler bu ölçüsüzlükten çıkar. Bir insan ile bir Tanrıyı ölçemeyeceğiniz gibi, bir ölçerle de ruh ile madde arasındaki uzaklığı ölçemezsiniz. İşte Papini söz konusu olduğunda bu kökendeki mesafenin karanlığını, kapatılamazlığını, oraya dönüşün imkansızlığını okuruz. Çarpıcı, hüzünlendirici ve sarsıcıdır. Öylesine ince, bir o kadar şiddetli ve öylesine tutkuludur ki acısı, tüm ıstırabına rağmen o mesafeyi yazı ile kat etme isteği öylesine güçlüdür ki bizi hiçbir duraksama hissetmeksizin ardından sürükler: kendi çilelerimize, kaybolmuşluğumuza, kendimizi kandırmamıza kadar götürür bizi. Ve daha öteleri de vaat eder.



 
 “Leonardo”dergisinin editörleri: Assagioli, Papini (ortada) and Vailati.


Papini teker teker soyar insan ile dünya arasındaki maskeleri. Bize çıplak varoluşu ve istekleri içinde, kapatılmış, öldürülmüş, sürgün edilmiş ruhun tutkularını, günahlarını ve fokurdamalarını yazar. Metafizikçilerin, düşcülerin, başka-yaşamcıların gittiği yolları, sanrılarını, suçlarını ve cezalarını betimler. O, Kafka'nın Davası'nı ve Dostoyevski'nin Suç ve Cezası'nı yankılarken; Nietzsche'nin sesini kimi yerlerde ödünç almışken, bütün bu etkilere rağmen hepsinden farklı bir yöne doğru gider: Papini öfkelidir, isyankardır, huzursuzdur, dur durak bilmeyen ruhu yer beğenmez, zaman beğenmez, isteklerini amansızca dayatır. Büyük fikirlerin onu tesellisi de uzun süreli olmaz; çağların biriktirdiği bütün bilgilerin, bütün ansiklopedilerin, bütün filozofların onun ruhunu dindirmediği çok geçmeden anlaşılır. O ölümsüzlüğü arzulamaktadır; ölünce elde edilen ölümsüzlüğü. Ruhun zaferinin kendi yitişinden çıktığını sezmiştir. Ruh yitecektir ama yazı duracaktır, yazı dünyaya, bütün mesafelere meydan okumaya, onları delik deşik etmeye, onların altını kazmaya devam edecektir. 



 Fütüristler arasında Papini



O, tüm fikri, tüm tutkusu, tüm hayali içinde yaşamın tamamını, bütün geçmişi ve bütün geleceği talep etmektedir; o başka türlü bir yaşamı ve başka türlü yaşanması mümkün tüm geçmiş yaşamları istemektedir. Ve öyküleri ne gelir sabretmeye dayanır, ne de bir büyük fikrin şemsiyesi ya da büyük bir yaşama istenci altına girmeye: o, öykülerinden birisinde aktardığı gibi yaşamı öylesine çok istemektedir ki, ondan o kadar vazgeçemez ki, intihar ya da kendini öldürme fikirlerine nefretle bakar; ama bu yaşam öylesine huzursuz etmektedir ki ruhunu, ıstıraplarını dindirmenin yolunun daha çok yaşamak değil, her gün ölüme biraz daha yaklaşmış olduğumuz gerçeğini kabullenmekten ve bunu insanın bir gerçeği olarak kabul etmekten geçtiğini yazacaktır. Ama tüm diğer fikirler ve olgular gibi ölüm fikri bile Papini'nin ruhunu teskin etmez: O teselliyi yalnızca yazmakta, kör oluncaya kadar yazmakta bulacaktır. Ve bir körlüğün yakınlarında, öylesine bir görme sergiler ki, neredeyse bize sıradan görmenin bütün dünyayı kapattığı duygusunu verir; o körlüğün yakınlarında dünyanın tüm mesafelerini alır, görür; yeniden biçimlendirir ve bizim ile dünya, ruh ile madde arasında bacaklarını ve kollarını uçurumun iki tarafına uzatmışçasına durur: yazısını ruh ile madde arasındaki asma köprü yapar. Altından akan nehir ise hep coşkulu, hep heyecanlıdır. Nehir ruhtur ve hep oradan öylece akar gider; dünyada hiçbir şey gerçekten değişmemişken bile kendi yoluna gider. Ruhun ölümsüzlük yolu yazmaktır, yazıy-l-a akmaktır. Yazı bütün başka dünyaları içine çeker ve kendisi başka bir uçurum olur. Ruh ile dünya arasındaki uçuıruma meydan okur; bu meydan okumalarından belki de en güzelini bahşetmiştir bize Papini... Şimdi onun asma köprü olduğu yerde, yıkık bir köprü var belki de; çünkü o kimi politik nedenlerle yok sayıldı, görmezlikten gelindi ama onun ruh dediği akmaya, köpürmeye devam ediyor; bu ezeli ebedi ruhsal akış sürdüğü müddetçe de o asma köprü yeniden onarılacaktır. Bu imkanın kendisi onun yazılarında saklıdır, bizden asma köprüler olmamızı, ruhumuzu aramamızı, onu istememizi beklemektedir...




Meydan okuyan Papini'nin torunları olmak, onun yazılarını "okuyan" olmaktan geçiyor öncelikle. Düşsel Konçerto'nun ilk cildi bu meydan okumayı artık Türkçede yankılandırmaktadır... Onun meydanını, onun kitabını okuyun... Meydan ruhsuz uçurumlara ve uçurumların ruh-yoksulu zenginlerine kalmasın...

Volkan Çelebi - Monokl Atölye