"...Kadın
ya da erkek, aşktan bahsedilmesini istemeyenler ya da bundan böyle bu kadar aşk
yeter diyenler bu kitaba hiç bulaşmasınlar."
"Aşktan Bu
Kadar" düşüncesini onaylayarak kitabı eline alan okuru gerçekten de
kışkırtan bir son cümle ile bitiriyor önsözü, Hervé Le Tellier. Yazar, okurunu iyi tanımış
olacak ki daha önsözde onu istediği kıvama getirmeyi başarıyor ve sessizce
yanına çağırıyor, belli ki gizliden gizliye söylemek istediği bir şeyler var.
Anna ve Louise, iki
çocuk annesi, uzun süreli evlilikleri olan, modayı yakından takip eden,
başarılı kariyerlerinin yanı sıra fiziksel özellikleriyle de dikkat çekmeyi
başaran, iyi eğitim görmüş, orta yaşlarında iki güzel kadın. Anlayacağınız
üzere oyunu kurallarına göre oynamışlar ve fazlasıyla kazanan tarafta olmayı
becerebilmişler. Ayrıca es geçemeyeceğimiz benzerliklerinden biri de yahudi
olmaları. Geçen uzun yıllar, aşklarını alıp götürse de yerine uzun
birlikteliklerinin bir getirisi veya sağlayıcısı olan saygıyı koymuş. Anna'nın
eşi Stan bir cerrah. Ailesine duyduğu sevgi yerinde kalsa da karısına uzun
süredir farkına varmadan ilgisiz kalmış, keza aynı şeyi iyi bir popüler bilimci
ve aynı zamanda Louise'in eşi olan Romaine'de de görüyoruz. Alışkanlıklarının
tutsak edici huzuru içinde yok olurlarken evliliklerinin de, uğruna harcanan
yıllara rağmen eski tadını yitirdiğini fark ediyoruz.
"Hayatımın
en güzel günü geçmişimde kalmış olabilir."
Yazar, kitapta II.
Dünya Savaşı'ndan günümüze yahudiliğin Fransız toplumundaki evrilişini ve sebep
olduğu etkileri didikliyor. Aynı zamanda içlerinde her daim
"yabancılık" -aynı zamanda
yazarın da kitapta ele aldığı konulardan biri-
barındıran Anna ve Louise'in yahudiliğinin varoluşlarında yarattığı
melankolik izleri yokluyor. O içten içe harap eden yabancılık duygusunun
yarattığı, bir türlü yerini dolduramadıkları o eksik parçayı, Anna, Yves adında
bir yazarda, Louise ise psikanalisti Thomas'ta buluyor. Yves ve Thomas, iki ana
karakter kadar birbirine benzemese de yine de aynı sorularla yüzleşmek zorunda
kalıyorlar. Köklerini derinlere salmış bir evliliğin yıkıcısı mı, yoksa
amaçlarını ve hayatlarının konumunu sorgulayan, aradığı tadı bir türlü
bulamayan kadınların yeni bir hayata açılan kapıları mı olacaklar?
"...Evet,
bu riski alıyorum çünkü hatıra zaten her zaman risklerin en büyüğüyle karşı
karşıyadır, unutulmakla, zira unutulmak hatıraların kaçınılmaz sonudur..."
Karakterlerin göze
batan sıradışı özellikleri yok. Bunun yanı sıra karakterler arasında ciddi
benzerliklerin de olması, okurun kafasında klasik bir aşk romanı izlenimi
doğmasına neden olabilir. Fakat roman gerek kurgusuyla gerek edebi oyunlarıyla
bu izlenimi kolayca altüst etmeyi başarıyor. Başlıkları Abhaz Dominosu
oyunundan esinlenilerek kurgulanan roman, her bölümünde okurun romanı farklı bir
perspektifle yakalamasını sağlıyor. Yazar, modern hayatın sıradan kişiliklerini
gayet doyurucu bir biçimde okuruna açıyor; hatta sıradışılıklarını ortaya
çıkarıyor bile denebilir.
"Gördün mü
bu hikâye aynı ben. Hayalini kurduğum hiçbir şey aslında yok, gerçekten tam bir
sinema."
Kitapta
sinema ve resim çok önemli bir yer ediniyor. Her bölüm bir sinema sahnesi
tadında. Bazen karakterler kelimelere dökemedikleri hislerini bir resimle veya
bir filmden örnekle açıklamaya çalışıyor. Bu sayede karakterlerle aynı zamanda
dil ötesi bir bağ da kurmuş oluyoruz. Onların gözünden tabelaya bakıyoruz,
konferansa katılıyoruz, mektup, davetiye veya bir roman okuyoruz. Gerçekten de
kendinizi bir hayalin içinde bulmanıza neden olabilecek incelikte işlenilmiş
bir roman "Aşktan Bu Kadar".
Oulipo geleneğinden
çıkma bu kitap olması gerektiği gibi size farklı bir edebiyat deneyimi sunuyor.
Alışılmadık edebi tekniklerin kullanıldığı bu romanda alışılmış hallerinin
dışına çıkmayı başaran karakterlerle aynı heyecanı tadıyorsunuz, yeri
geldiğinde onlarla birlikte sorguluyorsunuz
hayatlarını, deneyimlerini... Onları yakalamanız çok uzun sürmüyor,
aslında onlara yaklaştıkça bir bakıma yazarın ellerinde buluyorsunuz kendinizi,
belki de kendi kucağınıza düşürüyor sizi yazar, kendi gerçekliğinizle
yüzleştiriyor.
"...Kitaplar
günler gibidirler. Birbirleri ardına gelirler ve her birinden bir şeyler
öğreniriz."
Bilimden
felsefeye, edebiyattan sinemaya birçok bilgi, romanın tutarlı bütünlüğünün
örülmesine göze batmayan bir katkı sağlıyor. Her ne kadar sıkılmış olsanız da
hayatınızın monotonluğundan, sürekli tekrar eden benzer olaylardan, yazar size
dair keşfedemediğiniz bir şeyler kalabileceğinden dem vuruyor. Kendini bıkkın
ve kaybolmuş hisseden okurunun elinden tutuyor Hervé Le Tellier, okurun içini
körüklediği merak duygusuyla birlikte önyargıların yerini öğrenme isteğiyle
dolduruyor.
Nereye
gideceğimizi bilmedikten sonra hangi yolu seçtiğimizin ne önemi var! Aşktan
konuşalım ne çıkar...
Mehmet Rasim
Emirosmanoğlu'nun kitabın orijinal dilinin oyunlarını ve havasını yakalayan
güzel bir Türkçe'yle çevirdiği bu baştan çıkarıcı kitabı okumanızı tavsiye
ederim.
Atakan Karaduman - Monokl Atölye
benim için iyi bir tatil kitabı oldu, ayrıca teşekkürler...
YanıtlaSil