1- ROBERT E. HOWARD - ALMURIC
[BAŞKA DÜNYALAR SERİSİ'NDEN]
Arka Kapak Yazısı
Kendisini
bekleyen kesin ölümle yüzleşmektense uzayda bir uçuş riskine girmesi
için onu teşvik ettim. Ve kabul etti. Evrende insan hayatını
destekleyecek hiçbir yer yoktu. Ama insanın bildiklerinin ötesine,
evrenlerin ötesindeki evrenlere bakmıştım. Ve üzerinde bir insanın
varlığını sürdürebileceği tek gezegeni seçtim – isimlendirdiğim yabani,
ilkel ve garip gezegen: "Almuric". Cairn riskleri ve belirsizlikleri
benim kadar iyi anlıyordu. Ama hiç korkusu yoktu ve Esau Cairn doğduğu
gezegeni terk ederek uzayın derinlerinde yüzen, yabancı, soğuk, garip
bir dünyaya gitti...
*
Hayatım
boş değildi; zeka ve fiziksel gücün her bir zerresine ihtiyaç duyan
maceralarla doluydu. Şafakla beraber seçilmiş yuvamdan aşağı
sallandığımda, güneşin batışını sadece kişisel becerim, gücüm ve hızım
sayesinde görebileceğimi biliyordum. Dalgalanan her bir çimenin, her bir
maskeleyici çalının, her bir yüksek kayanın anlamını okumayı
öğrenmiştim. Her salkımda, Ölüm bin bir kılıkta gizleniyordu. Uykuda
bile tedbiri elden bırakamıyordum. Gece gözlerimi kapattığımda, sabah
açacağımın garantisi yoktu. Tümüyle canlıydım. Bu cümlenin anlamı
göründüğünden de fazla. Ortalama bir medeni insan asla tamamen canlı
değildir; körelmiş doku kütleleri ve faydasız şeylerin yüklerini
çekmektedir. Hayat içinde zayıfça titreşmektedir; duyuları körleşmiş ve
uyuşmuştur. Zekasını geliştirirken fark ettiğinden daha fazlasını feda
etmiştir.
2- CHRISTIAN BOBIN - EKSİK PARÇA
[ANLATI]
Arka Kapak Yazısı
Bir ağaç pencereye dayar yaprak dolu omzunu. Bu
arınmış ve güçlü bir ağaçtır. Gökyüzünün içinde güçle yükselir. Günü karartır,
düşünceyi kör eder... Bir ağaç, görmek için yeterlidir. Uzun bir hastalıktan
sonra yürümeyi öğrendiğin gibi öğrenirsin görmeyi: Adım, bir adım daha. Adım
adım, düş düş... Çoğu kez, uykuya dalmadan önce, yıldız basmış bir gecede bir
kestane ağacını düşünürsünüz. Onun gölgesinde yazarsınız. Sayfanın üstüne düşen
gölgesinde öğrenirsiniz aslolanı: Güzellik, güç, ölüm... Çocukluk kökünden
sökülemez. Her şeyi terk edebilirsiniz. Her şeyden uzaklaşabilirsiniz, bu ağaç
dışında. Yaşamımızı aydınlatan şey, söylenebilen ya da tutulabilenden başkası
değildir. Bu söylenen, susar. Bu tutulan, kaybolur. Bir avuç berrak su kadar
bir hakimiyetimiz yok yaşamımız üzerinde. Elimizden kaçıp kurtulan ve bizim
aşkımızla beslenenden başka bir şeye sahip değiliz: Düşte bir ağaç, sessizlikte
bir yüz, gökyüzünde bir ışık. Gerisi hiç. Gerisi, öfkeli günlerde, çeki düzen
verilen saatlerde atılan her şey.
Fırlatıp atanlar var. Saklayanlar var. Evlerini düzenli olarak talan
edenler var ya da onu, bir aşkın en gizli köşesi olan bir anıya çevirenler...
Ve saklayanlar vardır. Bir çekmecede biriktirirler, bir sözde, bir aşkta
biriktirirler. Hiçbir şey kaybetmezler. Ne yazık ki, saklarlar. Atanlar da
saklayanlar da biricik nesne önünde, tüm şeylerin yerini tutacak şey önünde
eşittir. Atıp kurtulanlar da, boşuna dolduranlar da. Hiçbir durumda atılmayan
bir şey vardır. Bu ille de bir nesne değildir. Bu belki bir ışık, bir bekleyiş,
tek bir isimdir. Belki duvarın üzerinde bir lekedir, penceredeki bir ağaç ya da
günün özel bir saatidir. Nedensizce, ihtiyaç duyulmadan aşık olunan bir şeydir.
Geçip giden ya da duran bir şeye duyulan sessiz sadakattir. Suskun ve durgun
bir aşktır: Ruhun derinlerine bir çukurun dibine çöker gibi çöker. Oraya
ışıktan bir hiç, mavi gökten bir toz zerresi bırakır. Bu bir kitapla, garip bir
bardak ya da müzikle de yaşanabilir. Dünyanın ya da ruhun herhangi bir
parçasıyla da yaşanabilir. Ve bu size eşlik eder. Zaman geçer, kalp yorulur. Bu
şey vardır –bu yapraklar, bu berraklık, bu isim. Zaman zaman bu şeyi gerektiği
gibi düşünürsünüz, onun talep ettiği gibi: ayrı ve sessiz. Ve bu şeyin
eskimediğini görürsünüz, değişmediğini. Onu seçtiğiniz ilk günkü gibi parlar.
Ve seçtiğiniz bu nesne, sadece orada durarak sizi aydınlatır ve korur. Önem
verdiğiniz, üzerine titrediğiniz nedir. Kendi kendinize söylersiniz: önem
verdiğim nedir. Bir hayat neye bağlanır, neye önem verir, benimki, tüm bir
hayat, herhangi biri. Hiçlere. Üç kez hiç olan şeylere bağlanır. Peki bu şey
neye yarar. Önce hiçbir şeye. Hayattaki tüm şeylerin ölümcül yararlarından
korunmuştur. İşe yaramazlığıyla parlar. Eksikleri fazladır. Hiçbir şeye yaramayan,
bir çok şeye yarar. Dünyanın ya da ruhun ya da hiçbir zaman erişilmemiş
güzelliğin yerini alır. Her şeyin yerini alır. Bu şeyin dışında her şeyi terk
edebilirsiniz. Hayatta hiçbir zaman sönmeyecek bu bahar göğünün, bu ismin
dışında her şeyi. Bu hiçbir şeyin bilmecesidir. Bu bir çocukluk gizemidir….
Arka Kapak Yazısı
Juan Pablo Villalobos’un ilk romanı Tavşan
Deliğinde Fiesta aralarında İngilizce, Almanca, Fransızca ve Portekizcenin
bulunduğu birçok dile çevrildi. Bu kısa ama çarpıcı roman, karakterlerini
Meksika başta olmak üzere Latin Amerika ülkelerinde gittikçe yaygınlaşan
uyuşturucu tacirlerinin ve yolsuzluk hikâyelerinin anlatıldığı popüler tür “narkoedebiyat”tan
ödünç alıyor. Ama onları eski kıtayla yeni kıtayı birbirine bağlayan zengin
edebiyat mirasının ortasına yerleştiriyor.
Hikâyeyi bir çocuktan, Meksika’nın en büyük uyuşturucu
tacirlerinden birinin oğlu Tochtli’nin ağzından dinliyoruz. Tochtli’nin
tanıdığı insan sayısı on dört ya da on beş, bir sürü ölü de tanıyor, ama ölüler
sayılmaz. Hayatta en çok istediği şey bir Liberyalı cüce suaygırına sahip
olmak. Dünyanın her köşesinden gelen şapkaların bulunduğu devasa bir şapka
koleksiyonu var. Yatmadan önce mutlaka sözlük okuyor, şapkadan tavşan
çıkarır gibi sözlükten kelime çıkarıyor. Yaşadığı sarayın ya da deliğin
dışındaki dünyayı özel öğretmeninin anlattığı kadarıyla biliyor.
*
Soru-cevap oyunu. Biri sözle vücudun belli bir
yerine belli sayıda kurşun sıkıyor, ötekiyse cevap veriyor: canlı, ceset ya da
henüz belli değil.
– Kalbe bir kurşun.
– Ceset.
– Sol ayağın küçük parmağının tırnağına otuz kurşun.
– Canlı.
– Pankreasa üç kurşun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder