20 Temmuz 2012 Cuma

HOWARD - BOBIN - VILLALOBOS

1- ROBERT E. HOWARD - ALMURIC 

[BAŞKA DÜNYALAR SERİSİ'NDEN]



 





Arka Kapak Yazısı

Kendisini bekleyen kesin ölümle yüzleşmektense uzayda bir uçuş riskine girmesi için onu teşvik ettim. Ve kabul etti. Evrende insan hayatını destekleyecek hiçbir yer yoktu. Ama insanın bildiklerinin ötesine, evrenlerin ötesindeki evrenlere bakmıştım. Ve üzerinde bir insanın varlığını sürdürebileceği tek gezegeni seçtim – isimlendirdiğim yabani, ilkel ve garip gezegen: "Almuric". Cairn riskleri ve belirsizlikleri benim kadar iyi anlıyordu. Ama hiç korkusu yoktu ve Esau Cairn doğduğu gezegeni terk ederek uzayın derinlerinde yüzen, yabancı, soğuk, garip bir dünyaya gitti...


*

 Hayatım boş değildi; zeka ve fiziksel gücün her bir zerresine ihtiyaç duyan maceralarla doluydu. Şafakla beraber seçilmiş yuvamdan aşağı sallandığımda, güneşin batışını sadece kişisel becerim, gücüm ve hızım sayesinde görebileceğimi biliyordum. Dalgalanan her bir çimenin, her bir maskeleyici çalının, her bir yüksek kayanın anlamını okumayı öğrenmiştim. Her salkımda, Ölüm bin bir kılıkta gizleniyordu. Uykuda bile tedbiri elden bırakamıyordum. Gece gözlerimi kapattığımda, sabah açacağımın garantisi yoktu. Tümüyle canlıydım. Bu cümlenin anlamı göründüğünden de fazla. Ortalama bir medeni insan asla tamamen canlı değildir; körelmiş doku kütleleri ve faydasız şeylerin yüklerini çekmektedir. Hayat içinde zayıfça titreşmektedir; duyuları körleşmiş ve uyuşmuştur. Zekasını geliştirirken fark ettiğinden daha fazlasını feda etmiştir.
 

2- CHRISTIAN BOBIN - EKSİK PARÇA

[ANLATI]

 

 

 

 

Arka Kapak Yazısı

Bir ağaç pencereye dayar yaprak dolu omzunu. Bu arınmış ve güçlü bir ağaçtır. Gökyüzünün içinde güçle yükselir. Günü karartır, düşünceyi kör eder... Bir ağaç, görmek için yeterlidir. Uzun bir hastalıktan sonra yürümeyi öğrendiğin gibi öğrenirsin görmeyi: Adım, bir adım daha. Adım adım, düş düş... Çoğu kez, uykuya dalmadan önce, yıldız basmış bir gecede bir kestane ağacını düşünürsünüz. Onun gölgesinde yazarsınız. Sayfanın üstüne düşen gölgesinde öğrenirsiniz aslolanı: Güzellik, güç, ölüm... Çocukluk kökünden sökülemez. Her şeyi terk edebilirsiniz. Her şeyden uzaklaşabilirsiniz, bu ağaç dışında. Yaşamımızı aydınlatan şey, söylenebilen ya da tutulabilenden başkası değildir. Bu söylenen, susar. Bu tutulan, kaybolur. Bir avuç berrak su kadar bir hakimiyetimiz yok yaşamımız üzerinde. Elimizden kaçıp kurtulan ve bizim aşkımızla beslenenden başka bir şeye sahip değiliz: Düşte bir ağaç, sessizlikte bir yüz, gökyüzünde bir ışık. Gerisi hiç. Gerisi, öfkeli günlerde, çeki düzen verilen saatlerde atılan her şey.

Fırlatıp atanlar var. Saklayanlar var. Evlerini düzenli olarak talan edenler var ya da onu, bir aşkın en gizli köşesi olan bir anıya çevirenler... Ve saklayanlar vardır. Bir çekmecede biriktirirler, bir sözde, bir aşkta biriktirirler. Hiçbir şey kaybetmezler. Ne yazık ki, saklarlar. Atanlar da saklayanlar da biricik nesne önünde, tüm şeylerin yerini tutacak şey önünde eşittir. Atıp kurtulanlar da, boşuna dolduranlar da. Hiçbir durumda atılmayan bir şey vardır. Bu ille de bir nesne değildir. Bu belki bir ışık, bir bekleyiş, tek bir isimdir. Belki duvarın üzerinde bir lekedir, penceredeki bir ağaç ya da günün özel bir saatidir. Nedensizce, ihtiyaç duyulmadan aşık olunan bir şeydir. Geçip giden ya da duran bir şeye duyulan sessiz sadakattir. Suskun ve durgun bir aşktır: Ruhun derinlerine bir çukurun dibine çöker gibi çöker. Oraya ışıktan bir hiç, mavi gökten bir toz zerresi bırakır. Bu bir kitapla, garip bir bardak ya da müzikle de yaşanabilir. Dünyanın ya da ruhun herhangi bir parçasıyla da yaşanabilir. Ve bu size eşlik eder. Zaman geçer, kalp yorulur. Bu şey vardır –bu yapraklar, bu berraklık, bu isim. Zaman zaman bu şeyi gerektiği gibi düşünürsünüz, onun talep ettiği gibi: ayrı ve sessiz. Ve bu şeyin eskimediğini görürsünüz, değişmediğini. Onu seçtiğiniz ilk günkü gibi parlar. Ve seçtiğiniz bu nesne, sadece orada durarak sizi aydınlatır ve korur. Önem verdiğiniz, üzerine titrediğiniz nedir. Kendi kendinize söylersiniz: önem verdiğim nedir. Bir hayat neye bağlanır, neye önem verir, benimki, tüm bir hayat, herhangi biri. Hiçlere. Üç kez hiç olan şeylere bağlanır. Peki bu şey neye yarar. Önce hiçbir şeye. Hayattaki tüm şeylerin ölümcül yararlarından korunmuştur. İşe yaramazlığıyla parlar. Eksikleri fazladır. Hiçbir şeye yaramayan, bir çok şeye yarar. Dünyanın ya da ruhun ya da hiçbir zaman erişilmemiş güzelliğin yerini alır. Her şeyin yerini alır. Bu şeyin dışında her şeyi terk edebilirsiniz. Hayatta hiçbir zaman sönmeyecek bu bahar göğünün, bu ismin dışında her şeyi. Bu hiçbir şeyin bilmecesidir. Bu bir çocukluk gizemidir….

 

3- JUAN PABLO VILLALOBOS

[ROMAN]

 


Arka Kapak Yazısı


Juan Pablo Villalobos’un ilk romanı Tavşan Deliğinde Fiesta aralarında İngilizce, Almanca, Fransızca ve Portekizcenin bulunduğu birçok dile çevrildi. Bu kısa ama çarpıcı roman, karakterlerini Meksika başta olmak üzere Latin Amerika ülkelerinde gittikçe yaygınlaşan uyuşturucu tacirlerinin ve yolsuzluk hikâyelerinin anlatıldığı popüler tür “narkoedebiyat”tan ödünç alıyor. Ama onları eski kıtayla yeni kıtayı birbirine bağlayan zengin edebiyat mirasının ortasına yerleştiriyor.
Hikâyeyi bir çocuktan, Meksika’nın en büyük uyuşturucu tacirlerinden birinin oğlu Tochtli’nin ağzından dinliyoruz. Tochtli’nin tanıdığı insan sayısı on dört ya da on beş, bir sürü ölü de tanıyor, ama ölüler sayılmaz.  Hayatta en çok istediği şey bir Liberyalı cüce suaygırına sahip olmak. Dünyanın her köşesinden gelen şapkaların bulunduğu devasa bir şapka koleksiyonu var. Yatmadan önce mutlaka sözlük okuyor, şapkadan tavşan çıkarır gibi sözlükten kelime çıkarıyor. Yaşadığı sarayın ya da deliğin dışındaki dünyayı özel öğretmeninin anlattığı kadarıyla biliyor.

*

Soru-cevap oyunu. Biri sözle vücudun belli bir yerine belli sayıda kurşun sıkıyor, ötekiyse cevap veriyor: canlı, ceset ya da henüz belli değil.
– Kalbe bir kurşun.
– Ceset.
– Sol ayağın küçük parmağının tırnağına otuz kurşun.
– Canlı.
– Pankreasa üç kurşun.

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder