19 Temmuz 2012 Perşembe

Tellier - Aşktan Bu Kadar



AŞKTAN BU KADAR'DAN PARÇALAR

HERVE LE TELLIER




Senin dahil olmadığın seninle ilgili hatıralarım da var benim, onları bilmene olanak yok tabii. Öylesine içimdesin ki, fiziksel yokluğun neredeyse hissedilmiyor. Bu senin, sahilimde bıraktığın ayak izin, varlığının bana bağışladığı sessiz melodin. Bu hatıralardan birinde, bir manastırın kemer altında yürüyorum, Roman tarzında kubbeli tavan beni yağmurdan koruyor. Taş basamaklara oturuyorum, etrafımdan ayak sesleri, konuşmalar, çocuk bağırışları duyuluyor. Sadece seni düşünüyorum. Bir önceki gün seni ilk defa kollarıma aldım ve beni o an istila ettin. Seni anlatan cümleler geliyor aklıma, not alıyorum amaçsızca. Bir efsaneye göre Şostakoviç’in kafatasına saplanan bir şarapnel parçası, eğer kafasını belirli bir şekilde eğerse onun müzik duymasını sağlarmış. Sen benim Şostakoviç’in kafatasına saplanan şarapnel parçamsın. Şostakoviç’in kafatasına saplanan şarapnel parçası güzel bir roman adı olurdu. Hayat sonsuz sayıda güzel roman adıyla doludur.




İki dakika daha diyorsun. Bir kez daha, bir daha görüşmemek üzere birbirimizi terk etmiştik. Sonra telefonum çaldı, sendin, konuştuk, kuşkusuz birbirimizin sesini son bir kez daha duyabilmek için. Kapatmak üzereydim ki “İki dakika daha.” dedin. Pekala, iki dakika daha. Konuşmuyorum, sen de konuşmuyorsun, arada sırada nefesini duyuyorum sadece. Neredeyse hiçbir söz söylenmiyor ama nefes alışverişin beni allak bullak ediyor. Zaman akıyor, cadde boyunca yürüyorum, daireme geliyorum, içeri giriyorum ama holde sırtımı duvara yaslayıp öylece bekliyorum. Hala sükûneti koruyoruz, uzunca bir süre. Hiç şüphem yok ki sen de benim gibi bu beraber olduğumuz anın sessizliğini dolduruyorsun ruhuna, ileride beraber olamayacağımız daha uzun sessizlikleri sezinleyerek.





Kaçıncı kez laf ölüme geliyor bilmiyorum ama bir anda “Eğer ölümcül bir hastalığım olsaydı, misal kanser olsaydım sanırım hiç tereddüt etmez, gelir, kalan ömrümü seninle geçirirdim.” diyorsun. Muhtemelen söylediğine canım sıkılıyor ve Woody Allen’dan bir alıntı yapıyorum: “Hayat ölümcül bir hastalıktır.” Sen o sırada arabayı park ediyorsun ama ben hala söylediklerinin etkisinden çıkabilmiş değilim.
Söylediğin cümlenin nereye vardığını anlamaya gayret ediyorum. Burada vurgu yaptığın nokta durumun aciliyeti değil, her zaman yüzleşmemiz gereken gerçekler daha çok. Sonra birden söylediğin cümlenin derinlerinde saklı başka bir anlamını daha keşfediyorum: Benimle olursan, aldatıcı bir ölümsüzlüğün sükûnetini arkanda bırakacaksın, günlerin hesabının yapılmadığı dünyandan kaç gün süreceği belirsiz bir yaşama adım atacaksın. Zamanın su gibi aktığı bu yeni dünyanda hastalık er ya da geç yakana yapışacak. Sana sunduğum şeyi şimdi anlıyorum, korku.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder