19 Temmuz 2012 Perşembe

Papini - Düşsel Konçerto, Cilt I

Papini, Düşsel Konçerto Cilt I'den


İmparator Olamamış Adam Öyküsü'nden Bir Parça





Okur-kişi, sen kim olursan ol, şu anda burada seninle yüz yüze olmak, gözlerimi gözlerine dikmek, ellerini sıkmak ve sana alçak sesle: “Yaşadığına inanıyor musun? Gerçekten, derinlemesine, yoğun yaşadığına? Bu hayatın sana, gençliğin ateşli gecelerinde belki hayalini kurduğun kadar güzel ve büyük görünüyor mu?’’ demek isterdim.
Ve daha da alçak sesle, yavaşça, sana sormak isterdim: Gençliğin var mıydı? Derinliklerinde, kanında bir şeylerin mayalandığını, kaynadığını, kıpırdandığını, heyecanlandığını; dışarı çıkmak, taşmak, dünyayı bir alev gölü misali sular altında bırakmak istediğini içinde hissettin mi? Birkaç saatlik heyecandan, zalim bir günbatımından, bir şairin dizelerinden sonra sen hissettin mi; şahsen sen kendinin ilk kişi, hayatın kaşifi, dünyanın kaşifi olduğunu hiç hissettin mi? Ve bu yaşam sana zavallı, bu dünya sana küçük görünmedi mi? Yaşam aşkına ölümü arzulamadın mı? Uzak gökyüzünün önünde Büyük İskender’in hırsını tatmadın mı?

...




  ...
    
Bir gün bir adam ayakkabılarını bağlamış, bir pelerine sarınmış, evden çıkmış ve dünyayı ele geçirmek için Doğu memleketlerine doğru gitmiş. Büyük düşünceler ile doluymuş. Yüreği, büyük dünyadan daha da büyükmüş. Öyle büyük bir krallık istila edeceğim ki, ulakların saçları, mesajlarımı ulaştırmak için sınırlara varmadan aklaşacak; öyle devasa bir hazine ele geçireceğim ki, bir gün, eğer istersem, bir gölü bir sürü altın parayla doldurabileceğim, diye düşünürmüş. Deniz rengi çatılarda beyaz kadınların keyfine varacağım, bakışımın ateşiyle dağlardaki korkunç düşmanları güçsüz bırakacağım. Bugün küçük ve fakir bir adamım ve beni salt bir pelerin örtüyor, fakat benim düşüncelerim harikulade ve varolan her şeyin efendisi, yaşayan her şeyin patronu olmak istiyorum.
Bu adam bir şehre gitmiş, kral olmak ve büyük bir krallık kurmak için erkekleri savaşa götürmek istediğini açıkladığında etrafındaki herkes gülmüş. O zaman, güç sahibi olduğunda o şehri cezalandıracağını düşünmüş ve başına aynı şeyin geldiği başka bir şehre doğru yola çıkmış. Böylece bütün dünyayı gezmiş ve her memlekette ona gülmüşler ve onu çılgın bir dilenci zannederek ona sadaka vermişler.
Nihayet bir gün kendini tekrar evinin önünde bulmuş. Hiçbir şey değişmemiş: Sadece sandaletleri eskimiş, pelerini farklı yerlerinden yırtılmış ve saçları beyazlaşmış. Eve girmiş ve düşünmüş: “Kimse beni takip etmek istemedi. Bir orduyu savaş alanına götürecek gücüm olmadı. Bir tane bile hazine ele geçiremedim. Görünüşe göre asla dünyanın efendisi olmayacağım.’’ Böylece kendi bahtını düşünmeye yatmış ve birkaç gün boyunca çok hüzünlüymüş. Fakat bir sabah –marttı ve ilk sarı çiçekler çoktan çimenliklerde büyüyorlardı– gururla doğrulmuş ve kendi kendine, nihayet yazgımı anladım demiş. Dünyanın efendiliğini ele geçirmeye giderken körmüşüm. Öyle olduğunu sandığım asıl, gerçek, ulu dünya değil, görünümlerin, hislerin, hilenin dünyasıymış. Sığırtmacın ve pazarcının dünyası. Gerçek dünya sadece düşüncede keşfedilir, kendi benliğimde ve ben istediğim zaman onun efendisi olabilirim, yeter ki onu kendi içimde, en derinlerimde arayayım. Böylece ak saçlı adam, yanan bir lambayla asıl, gerçek, kusursuz dünyayı aramaya koyulmuş. Ve o adam –bunu iyi hatırla!– bütün şairlerin babası, bütün metafizikçilerin babası, bütün hayalperestlerin babasıydı. O, gerçek dünyadan bir parçacığa sahip olmadıkları için her gün nefesten, üstübeçten, kilden yüz küçük dünya üretenlerin hanedanlığını kurdu. Ve benle sen –okur-kişi– ve bütün yoldaşlarımız, imparator olamamış adamın son torunlarıyız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder